top of page

PANDEMİ GECELERİ - EPIDEMIK NIGHTS

Pandemi Geceleri

Pandemi, yalnızca bir sağlık krizi değil, insanlık için derin ve karmaşık bir varoluşsal kırılma anıydı. Bu süreç, dünya genelinde hayatı alt üst ederken, toplumsal yapıları, bireysel ruh hallerini ve mekânları yeniden şekillendirdi. Fotoğraf, zamanın izlerini ve gizli anlatıları açığa çıkaran bir sanat biçimi olarak, pandeminin sunduğu bu devasa dönüşümün görsel bir belgesini oluşturdu. Sanatçının bu fotoğraf serisinde, şehrin geceleri, yalnızlık ve terk edilmişlik duygularının baskın olduğu bir atmosferde, bireysel ve toplumsal hafızaya katkı sağlamak adına bir bellek inşa ediliyor.

Sokakların boşluğu, insan figürlerinin nadiren görünmesi, araçların yerinden kıpırdamayan halleri, terkedilmiş mekânlar ve yalnızca gözleriyle çevreyi izleyen sokak hayvanları… Bu unsurlar, pandemi sürecinin yalnızca sağlıkla ilgili değil, aynı zamanda varoluşsal bir krizi işaret ettiğini vurguluyor. Sosyal mesafe şeritlerinin sokaklara çizilen fiziksel sınırları, insanın birbiriyle olan ilişkilerinin görünmeyen, fakat somut bir şekilde yansıyan sınırlarını simgeliyor. Terkedilmiş kapılar, mekânların sessiz çığlıklarını duyururken, bu dönemin yalnızlığını ve belirsizliğini güçlü bir şekilde belgeliyor.

Pandemi sürecinde yalnızlık, insanların içindeki en derin korkuyu, yani ölüm korkusunu gün yüzüne çıkardı. Birçok kişi için ölüm, yalnızca uzak bir tehdit değil, günlük hayatın her anında var olan bir kaygıydı. Kaybetme korkusu, belirsizlik ve hastalığın bilinmezliği, her bireyin hayatını derinden etkiledi. Ancak pandeminin en çarpıcı yönü, insanların fiziksel mesafeyi korurken, ruhsal bir izolasyon içine girmeleriydi. Bu süreç, bireysel bir hapis hayatı gibi şekillendi.

Sağlık çalışanları ise, pandeminin en büyük kahramanları olarak bu süreci bizzat yaşadılar. Hastanelerdeki yorucu, her an ölüm ve yaşam arasında gidip gelen yoğun bakım servislerindeki mücadelesi, sadece bir meslek pratiği değil, insanüstü bir fedakârlık ve tükenmişlikti. Hastane koridorlarındaki sessizlik, bir çığlık gibi yükseldi; fakat kimse o çığlığı duymuyordu. Fotoğrafçının objektifi, bu sessiz dramı, yüzlerdeki yorgunluğu ve çaresizliği çarpıcı bir şekilde belgeliyor.

Sanatçının fotoğraf serisi, aynı zamanda felsefi ve sosyolojik bir okuma sunuyor. Jean Baudrillard’ın "simülakr" kavramı, pandemi sürecinde mekânların gerçeklikten kopması ve izleyicinin zihninde yeni bir algının doğması bağlamında önemli bir referans oluşturuyor. İnsanların, çeyrek asırdır alışık oldukları sokak manzaralarına yabancılaşması, fotoğraflarda somut bir biçimde hissediliyor. Michel Foucault’nun "heterotopya" kavramı ise pandeminin yarattığı mekan değişimlerinin ve sosyal alanların yeniden tanımlanmasının izlerini sürüyor. Karantina sürecinde mekânlar terk edilmiş, sosyal alanlar birer "görünmeyen adalar" gibi yerlerini yitirmişti.

Psikolojik bir okuma yaptığımızda, Freud’un "tekinsizlik" kavramı, pandemi gecelerinin anlatımı için oldukça anlamlı bir referans oluşturuyor. Gündelik yaşamın normal kabul edilen düzeninin birdenbire alt üst olması, insanın çevresiyle olan alışkın ilişkisinin kırılması ve sokakların insansız kalışı, huzursuzluk duygusunu keskin bir biçimde açığa çıkarıyor. Fotoğraflar, izleyiciye yalnızlık ve korkuyu yalnızca belgelemekle kalmıyor, aynı zamanda bu duyguları derinlemesine hissettiriyor.

Tarihi bir perspektiften bakıldığında, pandeminin gece fotoğrafları, yalnızlık ve terk edilmişlik temalarını işleyen birçok sanatçının izinden gidiyor. Eugène Atget'nin 19. yüzyıl Paris’ini belgelemesi, Bill Brandt’ın savaş sonrası İngiltere’sinde yarattığı karanlık atmosferler, pandeminin fotoğraf pratiğiyle benzer bir estetik ve duygu yoğunluğuna sahip. Ancak sanatçının fotoğraflarında, pandemi sürecinin küresel boyutta yarattığı özgün yalnızlık ve korku atmosferi ön plana çıkıyor.

Sonuç olarak, bu fotoğraf projesi yalnızca bir dönemi belgelemekle kalmayıp, aynı zamanda o dönemin derinlemesine psikolojik, felsefi ve sosyolojik etkilerini izleyiciye aktarıyor. Fotoğraf, bu süreçte insanın yalnızlığını, varoluşsal kaygılarını ve toplumsal bellek üzerindeki etkisini güçlü bir şekilde yansıtıyor. Pandeminin sessiz tanıkları olan sokaklar, nesneler, hayvanlar ve özellikle sağlık çalışanları aracılığıyla, fotoğrafçının anlatısı, hem bireysel hem de toplumsal bir belleğin inşa edilmesinde önemli bir rol oynuyor. Gelecekte, bu görsel dil, pandeminin toplumsal etkilerini anlamak için önemli bir referans noktası olacak.

Epidemic Nights

The pandemic was not just a health crisis, but a deep and complex existential rupture for humanity. While this period turned life upside down globally, it reshaped social structures, individual states of mind, and spaces. Photography, as an art form that uncovers the invisible traces of time, became a medium that documented the vast transformation brought about by the pandemic. In this photographic series, the artist contributes to both individual and collective memory by capturing the silence and abandonment of the streets during the night, creating a visual narrative of loneliness, fear, and existential anxiety.

The emptiness of the streets, the rare appearances of human figures, vehicles that have not moved for days, abandoned spaces, and street animals looking around with anxious eyes—these elements highlight that the pandemic was not only a health crisis but also an existential one. The physical boundaries marked by social distancing lines on the streets symbolize the invisible lines drawn between individuals. The locked doors represent the silent screams of spaces, while constructing a memory of the loneliness and uncertainty of this period.

During the pandemic, loneliness brought to the surface the deepest fear of people: the fear of death. For many, death was no longer a distant threat, but a constant anxiety present in daily life. The fear of losing loved ones, the uncertainty, and the unknowns of the disease created a heavy psychological burden. However, what was most striking about the pandemic was how people, while maintaining physical distance, also withdrew into a mental isolation. This process transformed into an individual imprisonment of sorts.

Healthcare workers, the true heroes of this period, lived through the pandemic firsthand. Their tireless work, risking their lives in hospitals, was not only a professional practice but also an act of superhuman sacrifice and exhaustion. The battles fought in intensive care units, the silent dramas unfolding in hospital corridors, and the moments that defined the fine line between life and death were captured vividly by the artist’s lens. The weariness and helplessness on the faces of healthcare workers became a stark manifestation of the physical and psychological toll the pandemic had on individuals.

The artist's photographic series also offers a philosophical and sociological reading. Jean Baudrillard’s concept of "simulacra" provides an important reference for understanding how the streets became disconnected from reality during the pandemic, creating a new perception in the viewer's mind. The streets, emptied of people, took on a surreal atmosphere, altering the meaning of the space itself. Michel Foucault’s concept of "heterotopia" can also be valuable in understanding how space was restructured during the pandemic. In the quarantine period, the functionality of spaces changed, social spaces were abandoned or made inaccessible.

From a psychological perspective, Freud's concept of the "uncanny" offers a meaningful framework to describe the nights of the pandemic. The sudden disruption of familiar cityscapes, the unsettling sensation of deserted streets, and the feeling of abandonment all vividly illustrate the uncanny. The photographs go beyond documenting these feelings of loneliness and fear; they transform into a powerful narrative that makes the viewer experience these emotions.

Historically, this series of photographs, documenting the nights of the pandemic, follows the footsteps of many artists who have dealt with the theme of absence and abandonment. Eugène Atget’s documentation of 19th-century Paris and Bill Brandt’s dark compositions of post-war England share similarities with the photographic practices of the pandemic period. However, the artist’s photographs stand out by capturing the unique global atmosphere of loneliness and fear that the pandemic created.

Ultimately, this photographic project does not only document a period but also conveys the emotional, psychological, and sociological reverberations of that period through art. Photography, through its visual language, sheds light on the loneliness, existential anxieties, and societal impact of the pandemic. The silent witnesses of this period—streets, objects, animals, and particularly healthcare workers—become a powerful narrative that not only documents but also evokes these feelings. The visual language created through photography will serve as a vital reference point for understanding the long-term effects of the pandemic on individuals and society in the future.

bottom of page